Birkaç yıl önceki bir yazımı tekrar yayınlıyorum:
“Gorkman evlâtlaam, böğün (bugün) Uşak gurtulcek. Ya öölenden soona, ya aaşamüstü mutlaga gurtulcek! Needen mi biliyom? Hep baraba duyduk işde; Mustafa Kemal’in ordusu Dumlupın(g)ar’dan kopmuş, bütün Yonan ordusunu önüne gatıp geliyoomuş dörtnala!
Dün aaşam da Çokgozlaa tepelerinde dört Türk süvarisi göömüşle. Gözcü haralde. Dürbünnerinen şeere uzun uzun bakmışla, soona da gitmişle. Bu sabaalen de bi tayyare geçdi, Yonan tayyaresi sandıydık, meğersem bizim tayyareymiş. Tayyare bissürü çağıt atdı aşşaaya. Bi dene de bizim baaçeye düşdü. Oolana okutdum. Deyyoo kine “Biz Türkiye Böyük Millet Meçlisi ordusu, aha kopduk geliyoz. Az daha dayanın. Yonanın sonu geldi gali. Size kötü mâmele eden Yönan zabitinin yaka nümerosunu alın; mutlaka hesabı sorulcek” deyyo. “Gorkman; galleş Yonan yangın çıkartabilir” deyyo. “Bir arada olun, böyük avlusu olan, böyük baaçesi olan evleede toplanın; az sabredin, biz varıyoz ha!” deyyo.
Zatin, yümsek rütbeli Yonan zabiti galmadı Uşak’ta. Hepsi dün, eveli gün sıvışdı gitdi. Yerli Rumları da geçen havta zorunan tirene mindirip götüdüle. “İzmir’e götürüyoz bunnarı” dedile emme, bence dönüşleri yok gaali. Tee Yonanisdan’a gadak yolları vaa. Türk ordusu geliyo olmasa Rumları boşaldırlaa mıyıdı?
Şeherde güçcük bi birlik galdı. Onna da kamyonunan bissürü gazyaa tenekesi daşıyıp duruyoolarıdı dün aaşamdan beri. Aha zabahdan başladıla yakmaya güzelim şehrimizi. Sokağa çıkanı da vuruyolaa. Kaç kişi öldürüldü bilmeyyoz! Yüzleece deyyoolaa!… Tahir Hoca’yı anasının, gaasının, çocuklaanın gözü önünde vurmuşlaa. Çarşı Mallesi’nde Guvvacı Besim Bey vaa ya (Besim Atalay), onun gız gardaşınnan anasını da vurmuşlaa. Yüreğimiz yandı emme netcen?
Aha bu, yümsek baaçe dıvarları olan gonşu evinde toplandık bütün gonşulaa. Herkes gıymatlı bi dakısı filan vaasa, goynuna guyup geldi. Erkeklee silaha benzee, taara, bıçak, çekiç, keser, zopa ne bulduysak yanımızda bulunduruyoz. Gadınlaa da “en kötüsü olursa” deyye goyunlaana biree ekmek bıçağı sakladıla. Allah gorusun, buraya da girerlee, erkekleri öldürülee, gadınlara tecavüz etmeye kalkarlarısa, teslim olmeycek intahar etcekle… Dama bi çocuk çıkaadık. Akse, Galfa istigametini gözleyyoo. Türk eskeri görünüşün bize habaa veecekle. Daha demin bulunduğumuz bu avlıya yanan bi paçavra parçası atdılaa emme bi şey olmadı; hemen söndürdük. Bekleyyoz gari gahraman eskerimizi gözleyyoz. Rabbım onnara guvvet, bize dayanma gücü vee.”
Yazdığım bu konuşma hayalî ama olaylar gerçeğin ta kendisi. Hayalî konuşmacının umduğu gibi o gün, yani 1 Eylül 1922’de Türk ordusu akşam üstü şehre girdi. İki yıl iki gün süren esaret bitmiş ama şehir cayır cayır yanıyordu. İnsanların evleri, dükkânları, bütün servetleri gözleri önünde yok oluyordu. Ama Uşaklıların umurlarında değildi. Onlar Türk süvarilerini karşılamaya koşuyor, atları dizginlerinden yakalayıp durduruyor, süvarilerin ellerini, çizmelerini öpüyor, onlara ısrarla su, ekmek, sigara ikram etmeye çalışıyordu. Dilerim güzel Uşakımız bir daha öyle kötü günler görmez.
Kurtuluş günümüz kutlu olsun sevgili hemşehrilerim.
(Tablo: Avni Arbaş)